Türkiye’nin ilk “deniz insanı” Mehtap Karatepe
Denizciliğin tarihi gidilmeyen yerlere yelken açan, alışkanlıkları zorlayan, kuralları yıkan insanlar tarafından yazıldı. Bu insanlardan birisi de yüzyılların “gemi adamı” tabirinin “gemi insanı” olarak değişmesini sağlayan bir kadın, Mehtap Karatepe.
Ayşe Akdoğan: İlk önce kendinizden bahsedebilir misiniz? Mesleğe nasıl atıldınız?
Mehtap Karatepe: 1985 Nevşehir, Kapadokya doğumluyum. Antalya'da büyüdüm. İki çocuk annesiyim, bir de torunum var. Uzun yıllar sağlık sektöründe çalıştım, çocuklarımı büyüttüm onlara birer rota çizdim. Sonra, seyahate engelim kalmayınca hayallerimdeki meslek olan denizciliğe adım attım.
AA: Sürekli uzak yolda çalışmak çok zor değil mi?
MK: Uzak yolda farklı ülkeler görüyorsunuz, farklı kültürler tanıyorsunuz. Böyle bir avantajı var. Uzak yolda, yaptığınız işin önemini çok daha iyi anlıyorsunuz. Dezavantajları da var tabii. Artık günümüzde birçok gemide internetle iletişim mümkün olsa da bazen o da olmuyor. Mesela ben kardeşimin düğününe katılamadım. Babamın vefatını iki gün sonra öğrenebildim, cenazesine yetişemedim. Bu benim için denizde yaşadığım en acı durumlardan biridir. Denizciler gemiye adım attıktan sonra, çok acil bir durum olmadığı sürece kontratını tamamlamak durumunda. Tabi şu da var, her problemde ben gideyim, ilk limanda ineyim de doğru değil. Bunlar da mesleğin saygınlığını azaltır. Bu iş fedakârlık işi. Ciddi bir sağlık probleminiz olmadığı sürece gemide işinize dört elle sarılmalısınız.
AA: Bir kadın olarak, bu mesleği denizde icra ederken karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
MK: Denizin kendi zorluklarının ötesinde, sırf kadın olduğunuz için yaşadığınız zorluklar oluyor. Bu çünkü erkek egemen bir meslek. Eğer emir komuta zincirinin üst noktasındaysanız sizi dinlemeyenler çıkar. Ataerkil bir çevrede yetişmiş erkeklerimiz kadından direktif almak istemez. Buna karşı dirayetli olmanız, güçlü olmanız, çelik gibi sağlam sinirlere sahip olmanız lazım. Mobbing’e maruz kalabilirsiniz. Bunları ben de yaşadım ama hiçbirisi beni yıldırmadı, aksine bu mesleğe bağlanmama vesile oldu.
Erkek ya da kadın, bizim kimliğimizi karada bırakıp denize denizci olarak, insan olarak çıkmamız gerekiyor. Cinsiyetinizi ön plana çıkaracak tüm davranışlardan uzak durmanız gerekiyor. Ben bu konularda hep çok dikkatli olmaya çalıştım. Örneğin çalıştığım gemilerde kadın aşçılar oldu, kadın stajyerler oldu. Şu anda gemi kaptanı olarak gemide tek kadın benim ama gemide cinsiyetimi öne çıkaracak herhangi bir duruş sergilemem. Buna özellikle dikkat ederim. Bu bir yana, kadınlar yapısal olarak daha dikkatli oldukları için, çok daha profesyonel çalışmalar yapabiliyorlar. Hijyen koşullarını iyileştirebiliyorlar. Onlar varken şiddet söylemleri ya da küfürlü konuşmalar azalıyor. Kadının dokunduğu yerde nezaket ve saygı ön plana çıkıyor. Artık büyük firmalar da bunu görüyorlar ve kadınlara gerçekten destek vermeye başladılar. Bu mesela, kadınlar adına büyük bir başarıdır.
AA: Siz bizzat, “gemi adamı” ibaresinin değişmesi için büyük bir mücadele verdiniz.
MK: Gemiye ilk adım attığımda ilkokula başlayan bir öğrenci gibiydim. Pek çok şey ilk kez dikkatimi çekiyordu. İşe başladıktan sonra her yerde “seaman/deniz adamı” ibaresini görüyordum. Sadece o değil, pek çok terim böyle. Mesela, “manoverboard (denize adam düştü). Buna karşın İngilizce’de gemiden “she” diye bahsedilir. Yani dişil zamir. Bunların üzerine düşünürken, Denizcilik Bakanlığı’na “deniz adamı ibaresinin değişmesi için” bir öneride bulundum ve önerim olumlu yanıt aldı. “Türkiye’nin ilk kadın gemicisi olarak” diğer erkek meslektaşlarımla omuz omuza gemilerde çalışmaya başladım.
Zabitlerim, kaptanlar, o dönemlerde çalıştığım tüm meslektaşlarım benim azmimi gördükçe onlar da benden yana geçtiler. O cinsiyetçi ayrımı tamamen kaldırdılar. Hâlâ o zihniyeti kıramayan insanlar var, yok değil. Mesela denizde kadının uğursuzluk getirdiğini söyleyen insanlar var. Eğer emir komuta zincirinde alt kadrodan imza yetkisine sahip bir kadroya geçiyorsanız, mesela zabit olduysanız, kadından direktif almak istemeyen insanlar çıkıyor. Ama ben onların zamanla tamamen kaybolacağına inanıyorum.
AA: Bu kadar fedakârlık isteyen bir mesleği düşünen gençlere neler söylemek istersiniz?
MK: Bir kadın denizci olarak şunu söylemek istiyorum: Sabır lazım, fedakârlık lazım ve sinirlerin çelik gibi güçlü olması lazım. Denize çıktığınızda fırtınayla karşılaşabilirsiniz, yoğunluk, yorgunluk olabilir, uykusuz kalabilirsiniz. Bunların hepsine fiziken dayanabiliyor olmanız lazım. Bunun için de önceliğinizin işiniz olması lazım. Bir denizcinin durması gereken nokta tam olarak budur. Denizci kimliği gemiyi evi olarak görecek, mavileri vatanı olarak örmeyi gerektirir. Bunu başardığınızda hiçbir güç sizinle baş edemez, kadın ya da erkek, ayırt etmeksizin söylüyorum.
AA: 10 sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?
MK: 10 yıl denizde çok kısa bir zaman. Çünkü karada haftaları baz alırken, ayları baz alırken, biz burada aslında kontratlarımızı baz alıyoruz. Tankerlerde dört, kuru yüklerde altı ay şeklinde yapılan kontratları baz alarak hayatı planlıyoruz. 10 yıl dediğinizde, karada geçirdiğiniz zamanı, izin zamanlarını çıkarsak, geriye 10 kontratlık bir zaman kalıyor. Bu bana çok kısa bir zaman dilimi gibi geliyor. Ben bu işe temelden, gemicilikten başladım. Ama eğitim çok önemli çünkü deniz hata kabul etmez. Çalışma hayatımı eğitimlerimle birlikte yürüterek bu noktaya geldim. İnşallah bundan sonra da sağlığım elverdiği sürece, yaşam müsaade ettiği sürece, bunu yapmaya devam edeceğim. Denize veda etmeye hiçbir zaman hazır olamayacağım, bundan eminim.
Söyleşi: Ayşe Akdoğan, Setur Marinas Yalova Ön Büro Temsilcisi