“Tutkumm” teknesi, adından da anlaşılacağı üzere, Neşe Hasipek’in, tutkulara adanmış, yelkenleri tutkuyla dolan, tutkularda seyreden teknesi. 2007 yılından bu yana denizde olan Tutkumm’un güvertesi önce kaptanın eşinin dostunun, sonra pek çok gencin katılımıyla bir aile evine dönüşmüş. Olay tekne gezisinin çok ötesine geçmiş, her yolculuk bir mesaja dönüşmüş. Ekip sadece ülkenin tüm denizlerini değil, 19 Mayıs’ı, Cumhuriyeti, barışı da sahiplenmiş. Yolculuğun tarihine göre mesaj değişse de her yolculuk aynı kavrama vurgu yapıyor: Kadının gücüne.
Neşe Hasipek’i, yolculuğunun başından bu yana en büyük yardımcısı ve yol arkadaşı olan Ceyda Güleçyüz’le birlikte, Setur Marinaları’nın da destek verdiği Cumhuriyet Seyri adlı uzun yolculuklarının arasında yakaladık ve bize ilham veren bir sohbet yaptık.
Kayhan Yavuz: Cumhuriyet Seyri’nden başlayalım isterseniz. 19 Mayıs’ta, yani Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün, siz de Didim’den yola koyuldunuz. 1 Temmuz’da, toplam bin 400 kilometre yaparak Cumhuriyetin 100. yıldönümüne adadığınız ve “Cumhuriyet Seyri” adını verdiğiniz bu yolculuğun ilk bölümünü tamamladınız. Nasıl geçti ilk bölüm? Başınıza neler geldi?
Neşe Hasipek: Açıkçası, bugüne kadar hiç bu kadar zorlandığımız bir seyir olmamıştı. Hava özellikle çok zorladı. Bu mevsimde hiç karşılaşmadığımız hava olaylarına denk geldik. Onun dışında işte deprem süreci olsun, seçimler vs. derken, zor bir dönemde, epey zorlu bir yolculuk yaptık.
Biz zoru seviyoruz biraz da. Mesela bu sefer gitmediğimiz yerlere gidelim istedik. Karadeniz’in Batısını İğne Ada limanını aldık rotaya ve arkasından Saroz Körfezi’ne, Enes’e. Cumhuriyet Seyri’nin ilk bölümüydü bu, 44 gün sürdü. Şimdi ikinci bölümünü yapacağız. 1 Eylül’ü içine alan hafta Kıbrıs’ta olacağız. O bölüm de 26 gün sürecek ve toplamda 70 günlük bir seyirle tamamlayacağız. Daha önceki seyirlerimizle birlikte düşünürsek, bütün denizlerimizi kapsamış oluyoruz.
KY: Sizin seyirlerinizin hep bir teması, bir mesajı var. Bu nasıl oluştu?
NH: 2019’da, Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100. yıldönümünde, Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği’nin organize ettiği tura davet edildik. Oradaki tek kadın ekip bizdik. Yüze yakın tekne vardı katılan. Bize bir jest yaptılar ve biz lider tekne olduk. Bu denizcilikte çok az rastlanan bir olay. Bu olay beni çok heyecanlandırdı ve aklıma şu cümleyi düşürdü: “Sözde değil, özde izindeyiz!” Böylece kendi mesajımızla Atatürk’le aynı denizlerde yol aldık.
KY: Peki, ilk nasıl başladı tekne serüveniniz?
NH: Yelken yapmak için büyümeyi bekledim ben. Almanya’da, çocukken yaşadığım yerde, Hamburg’a bağlı Kiel’de, Yelken Olimpiyatları yapılıyordu. 7-8 yaşında izlemiştim onları. O zamandan beri hayalimdi ama ancak 40 yaşında, yani emeklilikten sonra mümkün oldu.
KY: Pastacılık, takı ya da dekorasyon düşünmediniz mi?
NH: Kızlarımın deyimiyle, niçin her anne gibi evde değilsin? Yok valla düşünmedim! Aslında önce geç kaldığımı düşündüm, yapamayacağımı sandım. Sonra Akyaka’da 80 yaşlarında bir çiftle tanıştım, tekneyle dolaşıyorlardı. Onları görünce dedim benim daha 20-30 senem var, yaparım bu işi.
Ceyda Güleçyüz: Ben 40 yaşında öğrendim yelkeni, Bodrum Okul Gemisi’nde. Tabi Ankaralı biri olarak böyle bir fırsatı ancak Bodrum’da yaşarken bulabildim. Neşe’yle de Ankara’dan iş arkadaşıyız. Bodrum’da karşılaşınca bu projelerde beraber olmaya başladık.
KY: Yani sizin hayatta ilk tekne turunuz bir Mavi Yolculuk değildi, öyle mi?
CG: Ufak tefek gezilerimiz olmuştu tabii ama böyle bir seyir yapmamıştık. Aslında Adriyatik seyrini arabayla yapacaktık. Ama Neşe neden tekneyle gitmiyoruz dedi. Böylece bir maceraya başladık, 70 gün denizde kaldık.
KY: Anladığım kadarıyla her şey 2017’deki bu Adriyatik seyriyle başlıyor. Bir hevesin bir misyona dönüşmeye başladığı seyir o.
NH: Biz Adriyatik’e gittiğimizde, şu soruyla karşılaşıyorduk: “Kaptanınız nerde?” Teknede üç kadın görünce hemen bu soru geliyordu. Yunandan, Hırvatlardan ve İtalyanlardan hep bu soru geliyordu. Önce kızıyorduk buna sonra dedik ki o zaman iyice şaşırtalım onları. 2019’da 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün haftasında Barış Seyirleri yapmaya başladık. Sadece kadınlardan oluşan üç tekne birden yola çıktık. Bu sefer 26 kadın çıktık Yunan adasına. Pandemide bir şey yapamadık tabii ama 2021’de ikinci Barış Seyri’ni İzmir’de yaptık.
KY: Neden barış?
CG: Barış olmadan hiçbir şey olmaz çünkü.
NH: Barış her şeyi kapsıyor. Hani diyoruz ya “yurtta barış, dünyada barış,” şimdi tersi de çok geçerli bence: “Dünyada barış, yurtta barış”. İki yönden de anlamlı buluyorum. İnsan hayatı çok kısa, bu süreyi savaşla geçirmemek lazım. Gerçi bize “bu kelimeyle sponsor bulamazsınız” dediler, bulamadık da. Ama yine de yaptık. Böyle böyle sadece kadınların katıldığı yolculuklar düzenlemeye başladık.
KY: Erkekleri almıyorsunuz yani tekneye?
CG: Yok, almıyoruz.
KY: Peki, neden sadece kadınlar?
NH: Çünkü başka teknede işi kadınlara bırakmıyorlar. Diyelim ki tremola atılacak, biz yaparız deyip elinizden alıyorlar. Dolayısıyla öğrenemiyorsunuz. Böyle olunca dedik, tamam, o zaman biz kendi teknemizde her şeyi kendimiz yapalım.
KY: Peki hiç mi fark olmuyor teknede kadınla erkek denizci arasında?
NH: Mesela kuvvet olarak, erkeklerle kadınları kıyaslayamayız tabii. Ama biz yarış yapmıyoruz ki! Bizim meselemiz kendimizle. Kaldı ki tekneler artık modernleşti. Teknoloji vs. ilerledi. O işlerin pek çoğunu da erkekler değil aletler yapıyor şimdilerde.
KY: Bundan kısa bir önce dünyanın en zor yelken yarışlarından birisini, Golden Globe’u tarihte ilk kez Güney Afrikalı bir kadın denizci kazandı. Kirsten Neuschäfer. Her halde şüphesi olan varsa da artık kalmamıştır. Peki kız öğrenciler ne zaman dahil oldu?
CG: Yaklaşık beş yıldır, burslu okuyan kız öğrencileri seyre dahil ediyoruz.
NH: 2018’de Akdeniz seyrine çıktık. İskenderun’da bizi, Denizcilik Lisesi’nden mezun iki kız öğrenci karşıladı. Orada gördük ki, mezun olmuşlar ama hiç tekneye binmemişler. Onları tekneye aldık bir günlüğüne. Bu sefer de mide bulantısından kafalarını kaldıramadı kızlar. Bu olaydan sonra denizle hiç ilişkisi olmayan öğrenciler geldi aklıma. Vakıflara, derneklere başvurup onlardan 18 yaşını geçen kız öğrenciler istedim. Önce yüzme bilsinler dedim ama yüzme bilenlerin epey az olduğunu görünce bu kuralı da geri çektik.
CG: Birisi denizi tamamen bıraktı mesela ama birisi devam etti. Üniversiteden mezun oldu ve şu anda bir teknede kaptanlık yapıyor.
NH: Edirne’den Van’a kadar her bölgeden öğrenci geliyor. Birisinin annesi aradı ve teşekkür etti. Benim kızım sizin sayesinde ilk kez tatil yaptı dedi. Amaç biraz da buydu. Denizi görsünler, yelken öğrensinler, tatil de yapsınlar. Öğretiyoruz da ama biz de öğreniyoruz. İnsan denizde hep öğrenci. Yani bir yandan onlardan çok farklı değiliz.
CG: Hayatlarına dokunmuş olduk bir şekilde. Amatör denizci belgesi alanlar var, bizimle gelip yüzme öğrenen var. Onlar daha 20’li yaşlarında, onların kafalarında da kaptan erkek. Bizi görünce etkileniyorlar tabii. Bugüne kadar 66 öğrenci geldi, 16’sı denizci olsa ne mutlu bize!
KY: Azra Erhat’ın kitaplarında ilginç notlar vardır. 50’li yılların sonunda, o zamanın koşullarında, Belçika’da okumuş, Nişantaşı’nda büyümüş bir kadın olarak ilk Mavi Yolculuklara katılmak istediği zaman, etrafındaki herkes engellemeye çalışıyor. Sen bir gün dayanamazsın o koşullara diyorlar. Malum, o teknelerde ne tuvalet var ne kamara var ne yatak var. Ama o kimseyi dinlemiyor ve yıllarca o yolculukların parçası oluyor. Böyle bir gelenek var ve siz de onun parçasısınız sanıyorum.
CG: Bu da gösteriyor ki, kadınlar isterlerse yapamayacakları şey yok. Tabii bizim seyirler onların gezilerinden biraz farklı. Biz proje yaptığımız için her şey son derece dakik yani çok disiplinli bir seyir oluyor. Azra Erhat’ları yaptığını yaparsak proje olmaktan çıkar, gezi havasına girer, biz de sereriz.
KY: Evet artık kesinlikle kadınlar eskiye göre daha öndeler. Teknelerde, yelken okullarında, yarış takımlarında da çok daha fazla kadın görüyoruz, küçük yaşta başlayanlar arttı. Denizcilikte kadın-erkek ayrımı tam olarak ortadan kalmadıysa da en azından algıda eşitlendi gibi geliyor bana. Başak Mireli mesela, Atlantik’i solo geçen ilk kadın yelkenci oldu bu sene. Çok mu iyimserim yoksa?
CG: Tabii, mesela, Adriyatik seyrinden sonra bizden gelip özür dileyen erkekler de oldu. Seyir öncesi fuara gitmiştik. Planımızı duyan hemen herkes “yapamazsınız” diyordu. Başaramayacağımızı düşünen çoktu yani.
NH: Bakmayın biz sadece kadınları değil tanıdığımız bazı erkekleri de teşvik etmiş olduk. Çünkü pek çok erkek de aslında tekneyle fazla açılmıyor, aşağı yukarı aynı koylarda geziyor. Şimdi rota ve tavsiye isteyen çok oluyor.
KY: Belki de tersten bir mekanizma da işliyor. Kadınların yapacağı iş değil bu diyen bazı erkekler sizi görünce gurur meselesi yapıyor olabilirler. Onlar gittiyse biz de gideriz gibisinden.
NH: Evet, bunu da görüyoruz bazen.
KY: Eşleriniz peki?
NH: Yok eşim denizci değil. Ama ilk öğrenen o olsaydı, yapardı bence!
KY: Tekneniz nasıl bir tekne?
NH: Bavaria 44. 2002 model bir tekne. Ana yelkenim furling’li. Dört kamara var. Otomatik bir tekne değil yani, hemen her şeyi biz yapıyoruz. Sadece navigasyon var, bir de jeneratör. Teknoloji bundan ibaret. Baş pervanemiz de yok mesela.
CG: Bizde baş pervane kakıç. Yurt dışına gidince, baş pervaneyi çalıştırın diyorlardı, kakıçla itiyorduk.
KY: Peki arıza olunca ne yapıyorsunuz? Mekanikten de anlıyor musunuz?
NH: Mesleğim bilgisayar programcılığı olduğum için teknik konulara meraklıyım. Önce şahsen uğraşıyorum, çözmeye çalışıyorum. Kablo kopmuş, motor hava yapmış filan onları kendim çözebiliyorum. Öyle hemen yardım alayım değil yani. Bazen bakım yapanlarla konuşuyorum. Onların yönlendirmesiyle yine kendim çözmeye çalışıyorum. Direkte bir sorun olursa ben çıkıyorum, aşağıda olursa Ceyda bakıyor.
CG: Benim yükseklik korkum var, o nedenle çıkamıyorum direğe ama dalabiliyorum. Teknenin altında bir şey varsa halletmeye çalışıyorum.
NH: Hırvatistan’da yelkenimiz söküldü mesela. İmalat hatasıymış. İkiye ayrılmış bir furling yelkeni ellerimle indirmem gerekti. Bunu anlatınca insanlar basit bir şey sanıyor ama öyle değil. Parmaklarımı o kadar zorladım ki, dönüşte doktora gitmek zorunda kaldım.
KY: Doktor ne teşhis koydu?
NH: Bundan sonra hamur yoğurma dedi!
KY: Yıllardır neredeyse tüm denizlerimizde ve hatta ötesinde seyir halindesiniz. Çevresel meseleleri çok yakından gözlemleme imkânınız olmuştur.
NH: Olmaz mı! İskenderun’da körfezin ortasında, denizin ortasında birden küt diye bir ses duyduk. Ne olduğunu anlamadık tabii. Bir baktık pervaneye bir çuval dolanmış. İskenderun Körfezi’nin altında çöp dağları var. Sonra İzmir Körfezi’nin o durumunu gördük ve çok canımız acıdı.
KY: Bir yandan çevre meselesi herkesi dilinde. Bir sürü kampanya yapılıyor, bakanlıklar kuruluyor vs. Bütün bunlar bir işe yaramıyor mu acaba?
NH: Pandemide eve kapandık ve sonra çıktığımızda gördük ki deniz tertemizdi, inanamadım. Hiç bu kadar temiz görmemiştim denizi. Çünkü deniz kendini temizleyebiliyor, böyle bir gücü var. Yani sorun tamamen bizim eserimiz. Farkındalık maalesef hala çok düşük.
CG: Bu bütünüyle bir kültür meselesi. Başka ülkelerin denizlerinde yok böyle bir kirlilik, bu kesin bilgi. Balıkçılarımız bile kirletiyor, şişe atıyor vs. Kendi ekmeğini kazandığı yeri kirletmiş oluyor.
NH: Belki de bilinçlendirmek için insanları denize çıkarıp, durumu görmelerini sağlamamız lazım.
CG: Yani çok daha ciddi farkındalık yaratmamız lazım bence. Ben şahsen çok iyimser değilim. Çok ciddi kanunlar çıkmadan daha iyiye gideceğini sanmıyorum maalesef.
KY: Böyle bir coğrafyada, denizcilik kültüründe bu kadar geride olmamız bana oldukça tuhaf geliyor. Peki bu kültür perspektifinden hareketle sorayım: Deniz size ne kazandırıyor? Sizin için anlamı ne?
CG: En büyük kazanç birlikte yaşama becerisi. Bize katılan öğrenciler mesela ekip olmayı öğreniyorlar; birlikte yaşamayı, sorumluluk almayı öğreniyorlar. Diğeri çevre bilinci. Her şeyi rüzgâra borçlusunuz, onun güzelliğini anlıyorsunuz.
NH: Deniz çok farklı bir şey. Büyük bir sorumluluk duygusu veriyor. Hem yanınızdakilere hem çevrenize. Yattığın yerin kıymetini biliyorsun çünkü yoklukla yaşamayı öğreniyorsun. En önemlisi “yapabilme duygusu” oluyor. Her şeyin değerini öğretiyor deniz.
KY: Cumhuriyet’in 100. yıldönümüyle ilgili neler hissediyorsunuz?
NH: İlk Adriyatik seyrimizde, Kos’a yanaşınca, orda birden şey dediler: Cumhuriyet kadınları geldi! Bizi karşılayan bir Türk. Kimse tanımıyor bizden. Görünce öyle dedi. Bu çok hoşumuza gitti. Çünkü kadınların kocasından izin almadan sokağa çıkamadığı bir ülkeden geliyorum ben. Türk kadınını temsil ediyorum orda. Cumhuriyeti temsil eden bir kadın olarak, bir eş, bir anne, meslek sahibi ve denizciyim. Bunların hepsi birdenim. Bunu vurgulamak istedim.
CG: Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkmamız gerekiyor. Biz de böyle bir seyirle bunu vurgulamış oluyoruz mutlu oluyoruz. Biraz da görevimizi yerine getirmiş oluyoruz.
KY: O halde, bugünün genç kadınlarına mesajınız nedir…
NH: Bugünün gençleri çok umutsuz ve gelecek kaygısı taşıyorlar. O nedenle ilgilerini çekmek kolay değil. Ama mesaj şu: Bizim dört kolumuz, 12 bacağımız, 3 beynimiz yok. Biz de mücadele ederek ulaşıyoruz hedefimize. Biz yapıyorsak herkes yapar. Onlara da bunu söylüyorum: Mücadele edin, o zaman olacak. Umutsuz olmak bir strateji değil.
CG: Yeni nesil çok daha donanımlı. Onlar aslında bizden daha şanslı. Biz yapıyorsak, her kadın yapar. Her şeyi yapar!
KY: Benim yerimde olsaydınız ne sorardınız?
CG: Hiç kavga ettiniz mi?
KY: Hiç kavga ettiniz mi?
CG: Ettik, tabii. Ama hep küçük şeyler. Yanlış anlamalar filan. Şartların zorluğundan çıkan sorunlar. Hemen hallediyoruz.
NH: Ben “En unutulmaz anınız neydi” diye sorardım.
KY: Peki o zaman soruyorum: En unutulmaz anınız neydi?
NH: Benim için Samsun’da Atatürk’ün çıkış yaptığı Tütün İskelesi’nden bir kadın olarak geçtiğimiz an.
Söyleşi: Kayhan Yavuz, Setur Marinas Highlights Editörü