Tuğrul Atlığ bir denizci. Hem de üniversiteden denizci. Setur Kalamış & Fenerbahçe Marina’da palamarcı olarak görev yapıyor. Onunla konuşmak insana hem denizin bilgeliğini hatırlatıyor hem imbatın serinliğini.
Tuğrul’un denizci olarak serüveni Kocaeli Üniversitesi Denizcilik Yüksek Okulu’ndan mezun olduğu gün başlıyor. Okul bitince Kalamış & Fenerbahçe marinada dört ay staj yapıyor. Sonra ver elini açık deniz. Üç yıl boyunca kuru yük gemilerinde zabitlik, o deniz senin bu deniz benim dolaşmaca: Avrupa, Afrika, Akdeniz, Latin Amerika. An geliyor gemilerde dayanışmanın, kardeşliğin tadını çıkarıyor, an geliyor 13 metrelik dalgaların ortasında kalıyor, ölümle burun buruna geliyor. Üç yıl sonunda karaya dönmeye karar veriyor, içinde hep ukde kalacak olan Uzak Doğu’yu göremeden!

“Gemiden her dönüşümde çevremin değiştiğini fark ediyordum. Arkadaşlarımla bağım zayıflıyordu, gittikçe yalnızlaşıyordum” diyor, “ben o adam değilim!” Gemilerde tanıdığı kaptanlar ve denizciler de böyle düşünmesine sebep olmuş biraz. Pek çoğu denize öyle alışmış ki, önce ayları sonra yılları unutmuşlar. Karaya yabancı, geriye dönmek ve yeniden başlamak için artık çok yaşlılar. Ailelerinden uzakta kala kala başka birisi olmuşlar. Bir gün geminin süvarisiyle ilgili bir olay Tuğrul için her şeyin özeti olmuş. “Benim bir süvarim vardı, emekli binbaşı. Hep benimle yaşıt bir oğlu olduğundan söz ederdi. Ama çocuğu hiç görmemiştim. Bir gün gemiye telefon geldi, açtım telefonu baktım, genç bir ses kaptanı istiyor. Yanındaydım, kaçamadım, kulak misafiri oldum. Çocuğun paraya ihtiyacı varmış, süvarim de ‘Tamam, oğlum!’ deyip telefonu kapattı. Konuşma çok kısa sürdü. Sonra bana döndü ve şöyle dedi: Bu mesleği yapmaya devam edersen, ilerde çocuğun seni de baba olarak değil para olarak görecek Tuğrul.” Tuğrul bu ihtimali göze alamamış.
Karaya dönmüş ama denizciliğe devam etmiş. Palamarcı olarak (çoğumuz yanlışlıkla palamar diyoruz. Oysa palamar bir halat tipi, palamarcı ise bir meslek. İsterseniz denizci ya da gemici deyin ama palamar demeyin) marinada işe başlamış, 12 yıldır da bunu yapmaya devam ediyor.
Peki bir palamarcı tam olarak ne yapar? “Bir palamarcının görevi tam olarak şudur: Tekne marinaya giriş yapar, gerekiyorsa, yanaşacağı yere kadar ona eşlik ederiz. Tonozunu iskeleden alır, tekne sahibine ya da gemicisine veririz. İskeleden tekneye palamar halatlarını atarız. Tekneden gelen palamar halatlarını iskeleye bağlarız ve işimizi tamamlamış oluruz. Tabii rüzgârın durumuna göre botla müdahale de edilir. Hepsi bu aslında.”
Ama elbette bununla kalmıyor. Bazı tekneciler palamarcıdan tekneye çıkmasını, koltuk halatlarını ya da tonozunu bağlamasını isteyebiliyor. “Ben bir yarım saate gelicem, bir beş dakka sonra tenteyi kapatıverin” diyen de oluyor, antenini palamarcıya taktırmak isteyen de. Öyle görünüyor ki, bu konuda da kafamız biraz karışık. Palamarcıyı tekne personelinden saymak ise yaygın bir yanlışlık. “Yine de yardımcı oluyoruz tabii. Hele de tatlı dille rica edildiğinde. Görevimiz olmasa bile! Palamarcılar iyi insanlardır çünkü,” diyor Tuğrul.
Bir başka sıkıntı, sadece amatör denizci belgesinin kaptanlık yapmaya yetmesi. Oysa adı üstünde: amatör denizci belgesi sizi sadece amatör denizci yapar, kaptanlık ise bambaşka bir seviye. Yoksa saatler boyunca deneyip de bir türlü kıyıya yanaşamayanlara, yine de vazgeçmeyen, hatta bu nedenle gözyaşlarına boğulanlara, alev almış tekneyi bağlamaya çalışanlara, aniden batanlara daha çok rastlayacağız. Tuğrul’un bütün bunlara basit bir çözümü var: “Gerçekten iyi kaptanlar var elbette. Ama benim tekne sahiplerine önerim, eğer gerçekten deneyimli değillerse yanlarına mutlaka bir denizci almaları. Ve asla ama asla, ne olursa olsun, hep sakin kalmaları.”
Her denizci gibi Tuğrul da hikâyeler biriktiriyor. O hikâyelerden birini anmaktan kendini alamıyor: “Bir gün bir teknenin su aldığı ihbarı geldi. Burgazada açıklarına gittik. Bir baktık ki, tekne tamamen batmış. Anne, baba ve bir çocuk suda bekliyorlar. Dediler ki, bizim bir çocuğumuz daha var. 12 yaşında kız çocuğu. Aramaya başladık. Teknenin etrafını ve adanın kıyılarını ama bulamadık. Sonunda öbür yönde, Maltepe sahiline doğru yüzen birini fark ettik. Çocuk düşünmüş, karar almış, hayatını kurtarmak için ta karşı kıyıya yüzmeye başlamış. Çocuğun cesaretine hayran kaldık, ona bu özgüveni veren ailesine imrenmeden de edemedik.”
Deniz çok şey alıyor insandan, çok şey de veriyor. Öyle hikâyeler var ki, insana bir ömür boyu ilham kaynağı olabiliyor.