Toroslar’ın çocuklarının Akdeniz rüyâları

Antalya il sınırları içinde Toros dağlarının eteklerinde yaşamış olmalarına rağmen denizi hiç yakından görmemiş, ayaklarını denize sokmamış, hiç tuzlu sudan genzi yanmamış çocuklar var. İşte “Toroslar’dan Akdeniz’e Projesi” o çocuklar için hayata geçirildi.
 
Funda Sönmez, Setur Marinas Antalya Muhasebe Yöneticisi
 
Teke Yarımadasından başlayarak Akdeniz Körfezi’ni kucaklayan Toros dağları, çeşit çeşit hayvan ve bitki türüne, tarih kokan topraklara sahiptir. Rakım yükseldikçe toprak ve çam ağacı kokuları burnunuza gelir, kıyı kesimlerindeyse yosun kokan denizler, mavi bir dünyanın kapıları aralar insana. Bu bölgede büyüyen çocuklar Torosların çam kokularıyla büyülenir, uzaktaki denizin yosun kokularıyla umutlanırlar.
 
İşte bu çocuklar için, İMEAK DTO Antalya Şubesi, Antalya Valiliği İl Eğitim Müdürlüğü ile iş birliği içinde Antalya genelinde 7. ve 8. Sınıf öğrencilerini kapsayan bir projeyi hayat geçirdi. “Toroslar’dan Akdeniz’e Projesi” denizden uzak semtlerde bulunan okullardan öğrencileri denizle tanıştırıyor. Farklı okullardan 30’ar kişilik öğrenci gruplarıyla, Setur Antalya Marina, Qterminals Antalya Liman İşletmeleri, Fettah Tamince Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne geziler düzenleniyor. Proje çocuklarda denizcilik kültürünün yeşermesini, denize olan sevgi ve ilginin üst düzeye çıkarılmasını ve bu konularda farkındalık yaratılmasını amaçlıyor.
 
Mart’ta başlayan ve Mayıs ayının sonuna kadar devam edecek bu proje kapsamında marinayı ziyarete gelen öğrencilerden birisi, Ahmet, ilk kez yakınlaştığı denize bakıp, “Maviyi görmek sonsuzluğu görmektir” deyiveriyor. İsmail ise bir bilim adamı edasıyla ilk kez yakından gördüğü denizin mavi renginin nerden geldiğini açıklıyor arkadaşlarına: “Su molekülleri uzun dalgalar halinde gelen kırmızı, turuncu, sarı ve yeşil ışığı daha iyi emiyor. Mavi ise daha kısa dalga boyuna sahip. Bu nedenle suda kaybolmadan kalıyor. Yani mavi ışığın emilme olasılığı daha az olduğu için daha derinlere inip suların mavi görünmesine sebep oluyor.”
 
Denizin güzelliği karşısında heyecana kapılan çocuklar bulutların yansımasını görüyorlar suyun yüzeyinde ve güneş ışınlarının dalgalarla dansından büyüleniyorlar. Her birinden farklı bir soru geliyor: “Deniz suyu içilir mi?”, “Çok derin mi?”, “Çok balık var mı?”.  
 
 
Küçük Handan denizin uçsuz bucaksızlığıyla meşgul, denizin nerede bittiğini merak ediyor. Bazıları “zengin olunca” tekne alma planı yapıyorlar. “Senin teknen var mı?”, “Çok pahalı mı?” soruları havada uçuşuyor. “Peki, nasıl oluyor da tekneler kıpırdamadan su üstünde duruyor?”
 
Kendi aralarında konuştuklarına şahit oluyoruz, “Şu karşıdaki ada var ya (eliyle Sıçan Adasını gösteriyor), yüzme öğrenince ona kadar yarışalım mı?”
 
Çocuk olmak soru sormak demek. Ama cevaplar ne olursa olsun, hepsi denize tekrar gelmek istiyor.
 
O esnada bir martı avını arıyor, suyun üzerinde kayarak havalanıyor maviliklere doğru. Bunu gören Ali, kuşların denizin üzerinde durabildiğini fark etmenin şaşkınlığını yaşıyor. Evreni anlamaya çalışıyor, zekâ fışkıran gözleriyle.
 
Yakın arkadaş oldukları anlaşılan iki öğrenci aralarında fısıldaşıyorlar. Birisi babasının ona aldığı iki küçük japon balığını akvaryumdan çıkarıp denizin mavi sularına bırakmak istediğini söylüyor. Çünkü bundan böyle onun için deniz, özgürlük demek. Kimbilir belki de mavi özgürlüğün diğer adıdır, mutluluğun, yeni başlangıçların kapısıdır.
 
 
Öğrenciler, gülüşleri dalgalar gibi coşkulu, gözleri güneş gibi ışıltılı el sallayarak ayrılıyorlar marinadan. Aklımıza, Cemal Süreya’ya atfedilen ama şairi bilinmeyen şiirden bir dizeyi düşürerek gidiyorlar:
 
“Denize ilk defa giren çocuk masumiyetiyle seviyorum seni. Boğulacakmışım gibi.“
 
Fotoğraflar: Funda Sönmez