Karayipler’in hediyeleri ve tarihi bir rekor

Başak Mireli'nin, Ömer Öcel'le birlikte gerçekleştirdiği dünya turu etap etap ilerlerken yazı dizimiz de üçüncü etabına vardı. Mireli “Atlantik Okyanus’unu solo geçen ilk Türk kadın yelkenci” olmakla meşgulken olanı biteni kaleme almak belli ki Ömer Öcel’e kalıyordu. Bu yazı dizisiyle hem tarihi bir başarıya hem de denizciliğin inceliklerine ışık tutmaya devam ediyoruz.
 
 
Ömer Öcel, Başak Mireli
 
Başak Kaptan tarih yazıyor
 
Başak Kaptanı 23 Aralık’ta solo Atlantik geçişi için Mindelo’dan uğurladıktan sonra, Mindelo-Lizbon-Paris-Martinik uçuşlarını yaparak 24 Aralık günü öğleden sonra, Saint Anne koyunda demirde bulunan “Kısmet Güzelim” teknesine ulaştım. Diğer tüm dostlarla birlikte Başak’ı beklemeye başladık.
 
Bu teknede Ali Can Sürekli’nin misafiriyim. Her yarım saatte bir Başak’ın pozisyonunu, hızını, yönünü takip etmek dışında bütün yaptığım, beni bağrına basan Martinik’teki arkadaşlarımızla vakit geçirmek. Daha sırt çantamı Kısmet Güzelim teknesine bırakır bırakmaz, hemen önümüzde demirde bulunan Rüyam II teknesinde Alpel abi ve Nilüfer ablaya akşam yemeğine gittik. Alpel abi ve Nilüfer abla Kanada’da yaşıyorlar. 38 feet katamaranları var. On yıldan uzun süredir, her yıl Kasım ayında Karayipler’e gelip, kasırga sezonu başlamadan, Haziran gibi Kanada’ya dönüyorlarmış. Yine onların misafiri olan Levent ise La Marin marinada eşi Guylaine ile birlikte dönerci işletiyor. Hakan Öge ve Ekrem İnözü ağabeylerimizden başlayarak 15 yılı aşkın süredir adaya uğrayan yelkencilerimiz için fahri konsolos gibi çalışıyor.
 
Can süper bir misafirperverlik gösterdi, âdeta kendi teknemdeymişim gibi rahat ettirdi beni. Atlantik’i beraber geçtiği misafirleri Alman Sofi ve Ukraynalı Boghdana’nın da hâlen teknede kalıyor olması ayrı bir renk kattı günlerimize. Benim ve Can’ın onların yaşlarından büyük çocuklarımızın olması, hemen Can’ın baba rolünün yanına benim amca rolünü ekleyiverdi.
Günler Başak Kaptan’ı beklemek, takip etmek ve gerektiğinde uzaktan ona destek olmakla geçerken, yavaş yavaş Atlantik geçişini tamamlayan tekneler de Martinik’e ulaşmaya başladılar. Yerli ve yabancı dostlara yeni dostlar eklendi. Sürpriz olanlarsa Amerika’dan yola çıkıp Akdeniz’e doğru gitmekte olan Tire-Bouchon tekneleriyle Yalçın ve Marie, bir de tekne transferi yapmakta olan Banu ve Simon’du. Bana Instagram’dan yazıp Başak Kaptan’ı karşılamak istediklerini söylediler. Hatta Marie Fransız yelken dergisi Voiles et Voiliers için çok güzel bir haber de yazdı.
 
Sonunda 16 Ocak sabahı “Atlantik Sultanı” Başak Mireli Martinik’e ulaştı ve Atlantik Okyanusu’nu tek başına geçen ilk Türk Kadın Yelkenci oldu.
 
Türk ve tanıdık yabancı teknelerin çokluğu, uzun geçişin yorgunluğu, 23 Ocak’ta Başak Kaptan’ın annesinin Martinik’e gelip, 6 Şubat’ta dönecek olması gibi sebeplerle Martinik’te biraz uzun kaldık. Önce Salinas’ta piknik, sonra iki araç kiralayıp 16 kişilik şelale ve rom fabrikası turu ile başlayan Martinik’in keşfi. Keşiflerimiz köle köyü, botanik bahçesi, köle anıtı, Grand Anse koyu ve Pelee yanardağının 1902 yılında patlamasının etkilerinin açık hava müzesi olarak sergilendiği Saint Pierre’le devam etti.
 
 
Deprem haberiyle gelen acı
 
Başak Kaptan’ın annesini yolcu edeceğimiz 6 Şubat günü büyük depremin haberini alınca, biz de binlerce mil uzakta, olduğumuz yere yığıldık. Acıyı uzaklarda yaşamak daha zor olabiliyor. Hem elinden bir şey gelmiyor hem de bu yüzden büyük bir suçluluk duygusu kaplıyor insanın içini.
 
Yaklaşık bir ay deprem haberlerini takip etmekle geçti hayatımız. Yaklaşan İstanbul depremi ise korkulu rüyamız oldu. Bu süreçte doğal olarak, pek bir şey yapmak gelmedi içimizden. Sosyal medyada da herhangi bir şey paylaşmadık. Buna rağmen depremden bir ay sonra bile yelkenle ilgili videomuzun altına, “Türkiye’de deprem oldu haberiniz yok herhalde” diye, kırıcı hatta hakaret içeren yorumlar yapanlar elbette içimizi acıttı. Oysa biliyoruz ki herkes üzerine aldığı işi iyi yaparsa yaraları sarmak daha kolay olacak. Bizim de yapmaya çalıştığımız, üzerimize aldığımız işi, yelkenciliği iyi yapmaya çalışmaktan ibaret.
 
Depremin üzerinden uzun zaman geçtikten sonra dahi normalleşme çağrısı yapanları linç edenler baktık ki bir anda deprem gündeminden seçim gündemine geçivermişler. Artık ne olmuş ne de olacak depremler büyük bir çoğunluğun umurunda değil gibi görünüyor. “Normalleşelim, depremin verdiği zararlardan kim sorumlu ise hesabı sorulsun, yaklaşmakta olan deprem için de önlem alınsın” diyenler şimdi seslerini duyuramıyorlar. Umarız seçimler normalleşmenin başlangıcı olur.
 
 
Karayipler’de zaman
 
Martinik’den sonra Tuğçe ve Emre’yi karşılamak için St. Lucia adasına geçtik. Uzun bir aradan sonra ailemiz, arkadaşlarımızla birlikte olmanın keyfi paha biçilemezdi. Hazır sağlam ekibi kurmuşken St. Lucia ve Martinik’in koyları ve iki ada arasında mekik dokuduk. Sezonun korkulu rüyası ‘squall’lar arasında yelken yapmanın keyfini çıkarıp teknede uzun süredir görmediğimiz performansı gördük. Tekneyle gezmek, hatta Başak’ın deyimiyle ‘teknede yalnız olmak’, çok keyifli ve tecrübeli bir ekiple koydan koya yelken yapmak, değişen hava koşullarında tekneden maksimum performansı almaya çalışmak ayrı güzel.
 
Kasırga sezonu öncesinde güneyde olmamız gerektiği için, 22 Şubat’ta Tuğçe ve Emre’yi yolcu ettikten sonra kuzeydeki adalara gitmeye karar verdik. Ozi ile Martinik-St Pierre’de buluşup birlikte Dominika adasına çıktık.
 
Dominika rehber kitaplarda Karayipler’in ‘yeşili bir başka, en güzel adası’ olarak anlatılır. Sadece ada değil insanı da başka bir güzelmiş. Basit bir Indian River turunu bile saatlerce süren bir aktiviteye çevirebilen tatlı dilli rehberlerle adanın şelalelerini ve yağmur ormanlarını dolaştık. Mero sahilinde Yeni Zelanda’lı arkadaşlarımız Kim ve Ben’le tekrar buluştuk ve üç tekne Guadeloupe’a devam ettik.
 
Guadeloupe’un güneyindeki Des Saintes adalarına ulaştığımızda hava enteresan bir şekilde Batı’ya dönmüştü, popüler koylardaki tekneler de demirde dalgalarla mücadele ediyorlardı. Biz de kendimizi Anse Fideling’e attık. Burada sanki Akdeniz’de gibiydik. Etrafımız kaplumbağalarla çevrili, yaprak kıpırdamayan, tertemiz bir koy. Kujira ile 4 gün bu koyda kaldık. Her fırsatta şnorkele gittik. Onlardan şnorkel yapmanın inceliklerini de öğrendik. Kurija bir Amel - Maramu, ketch arma. Yola çıktığımızdan beri deneme seyri için ketchleri kolluyorduk. Bir gün de tekneyi test için seyre çıktık. Ketch armanın stabilitesi ve tekneyi yönetmenin kolaylığı bizi de etkiledi. Bizim canavarla karşılaştırıldığında yelken alanları çok daha küçük, teknenin üzerindeki yük çok daha iyi dağılmış. Tabii ki aynı performansı göstermiyor ama uzun yolda daha konforlu olduğu kesin.
 
Guadeloupe’un batı kıyıları boyunca yükselirken kendimizi büyük bir koşturmacanın içerisinde, yorgun bir turist gibi hissetmeye başlamıştık. Kasırga sezonu gelinceye kadar koştur koştur yükselip sonra tekrar güneye inmeye çalışmak istemediğimize karar verdik ve rotayı güneye çevirdik. Bir yandan gittiğin yerleri gezmeye, anlamaya çalışmak, bir yandan yer değiştirmek için yol yapmak ve üstüne de tekne bakım işleri hayatı tahmin edebileceğinizden daha yorucu kılabiliyor.
 
Artık kasırga sezonunu Karayipler’de değil ABC Adalarında ya da Kolombiya’da geçirmeye daha sıcak bakıyoruz. Ama denizdeyiz… Denizde plan program yapılamayacağını, çok zorlamadan hayatı akışına bırakmak gerektiğini gayet iyi biliyoruz.
 
Başak Mireli ve Ömer Öcel'i takip etmek için...
 
YouTube:
https://www.youtube.com/channel/UCdHG-6tma05QnjlJVoXWCvw?app=desktop
 
Instagram:
https://www.instagram.com/sailing_istanbul/
 
Fotoğraflar: Marie Cecille Duvernoy, Başak Mireli, Ömer Öcel