Pek çoğumuz deniz tutmasının, denize alışık olmayanlar insanlar için geçerli olduğunu sanırız. Oysa ki herkesi deniz tutar. O kadar ki, dünya turu yapan profesyonel denizciler bile zaman zaman bu dertten muzdariptir. Neyse ki, bununla baş etmenin de yolu var.
Orman Kurca
Film sektöründe başıma gelen en ilginç olaylardan birisi, bir filmin montajını teknede yapmamızdı. Hatırlıyorum, montaj için bana verilen adrese gittiğimde karşımda kocaman bir tekne bulmuş, teknenin kaptan köşkünün âdeta bir post-prodüksiyon stüdyosuna dönüştürüldüğünü görmüştüm. Film editörü denize karşı oturmuş keyifle çalışıyordu. Ancak bir sorun vardı: Beni deniz tutardı. Ne kadar istesem de bu ortamda çalışamayacağımı söylemiştim. Film editörünün “Ama bu tamamen psikolojik! Bana güvenin bir daha sizi asla deniz tutmayacak” şeklindeki telkinine rağmen 15 dakika sonra kendimi kıyıya zor atmıştım. Ama editörün o sözleri de kafama takılıp kalmıştı. Bu dertten kurtulmak için neler vermezdim ki!
İngilizce de “seasickness (deniz hastalığı)” diye geçse de deniz tutması aslında bir hastalık değil. Her sağlıklı bünyenin sallanmaya verdiği doğal tepki bu. Öte yandan, konuyu biraz araştırınca ilginç bilgiler çıkıyor. Mesela, iki yaşın altındaki çocukları deniz tutmuyor. Sorun üç yaşında başlıyor. Üstelik insanı en çok üç ve on iki yaş arasında deniz tutuyor.
Kendi durumumu bile bile yatçılık okuluna yazılmış fakat deniz tutması konusunda ilk tüyoyu da hocamızdan almıştım: “Kamaraya inme, her zaman ufka bak!” Gerçekten de işe yarıyordu, gözünüzü ufka diktiğinizde hatta gökyüzüne baktığınızda, kıyıya odaklandığınızda deniz tutmuyordu. Nitekim vestibüler (denge) sistemimiz böyle çalışıyor. Kamarada mobilyalar sabitken biz hala sallandığımız için dengemiz şaşıyor. O kadar da psikolojik değilmiş yani!
Güvertedeyseniz ve siperlik varsa arkasında durmak ya da dümenin arkasında bulunmak yardımcı oluyor. Ana yelkeni açmak işe yarıyor çünkü sallanmanın şiddetini hafifletiyor. Eğer deniz tutmaya başladıysa ve güvertede kalıp uzağa bakacak haliniz yoksa gözlerinizi kapatıp kamarada yatağa uzanıyorsunuz. O vaziyetteyken gözlerinizi tekrar açıyorsunuz. Bu da işe yarıyor. Hiç olmadı teknenin arkasına botu bağlayın ve üstüne çıkıp öyle yolculuk yapın. En azından gülüp eğlenirsiniz.
Bir başka bilgi, denizde geçirilen iki günün sonunda vücudun duruma uyum sağladığı. Bünye tekneye alışıyor ve durumu yadırgamamaya başlıyor. Bu süre bünyeden bünyeye değişse de hemen herkes sonunda duruma adapte olabiliyor. Tabii bu okyanus geçerken karşılaştığınız apartman boyunda dalgalar için geçerli değil. Ama deniz tutmasından muzdarip olan da okyanus geçişi yapmayıversin.
Yine de tekneye alışmanız için illa ki önce deniz tutmasını yaşamanız gerekmiyor. En baştan vücudunuzu dinlemek ve semptomlar belirir belirmez önlem almak en doğrusu. Ayrıca her zaman Dramamine veya benzeri bir ilaç kullanarak meseleyi halletmek mümkün. Her durumda, teknede bir şey okumaya kalkmamalı, gece kamarada ışık olmamasına dikkat etmelisiniz. Özetle teknenin detaylarından gözünüzü ayırmalısınız.
Kesin olan bir şey varsa, deniz tutmasıyla bir kez başa çıkarsanız bir sonraki sefer çok daha kolay yapıyorsunuz. Tıpkı kas hafızası gibi vücudumuz çözümü hatırlıyor.
Deniz tutması, biraz da hıçkırık meselesine benziyor. Pek çok kişi ikisinin de basit çözümleri olduğundan habersiz bu derde katlanmaya çalışıyor. Hıçkırığın çözümüne gelince… Tamam, ama bu denizle ilgili bir yazı!
Fotoğraflar: Artgrid