Okyanus: Yeni bir deneyim, yeni bir heyecan!

Eğer Kalamış’ın bir hafızası varsa, o hafızanın bir kısmını Sezar Berberoğlu’na borçlu olmalı. 60 yıldır sokaklarını arşınladığı Kalamış'ı ondan dinlemek, Kalamış'ı yeniden, yeniden yaşamak gibi.
 
Baba tarafı Kumkapı Langa'lı. 63'ten beri Kalamışlı. 68'den beri Köhne'de. "Köhne" ne demek derseniz, artık var olmayan bir çay bahçesi. Bugün marina ofislerinin bulunduğu noktanın yan tarafına denk geliyor, o zamanlar herkes Köhne'de buluşuyor. Söz isimlerden açılmışken o zamanlar iskeleye de Gondol deniyor. Kalamış'ta sadece yazın nüfus var, onlar da yazlıkçılar. Yol araç geçişine kapalı. Her yer bostan ya da mesire yeri. Hatta yakınlarda, içinde bir de aslan bulunan hayvanat bahçesi. 80'lerde apartmanlar yapılana dek resim bu.
 
 
Sezar Bey, Sadun Boro'yu, onu yetiştiren Edip Ossa'yı tanıyor. Münir Nurettin Selçuk'u, onun sahip olduğu iskeleyi ve çocukları kışkışlamasını da hatırlıyor. Çocukluk boyunca bir elde midye bir elde olta gezip duruyor. Oltalar Kalamış Yelken Kulübü'nün oradaki Hulusi Baba'nın eskileri. Önce kıyıdan sonra sandaldan balıkçılık. Sandallar da Hasan Reis'in kiralıkları. İşte böyle böyle büyüyor deniz sevgisi. Öyle büyüyor ki 30 yaşında bir gün karar veriyor, baba mesleğini bırakıp tamamen denizle yaşamaya karar veriyor.
 
Borç harç ilk teknesi "Melisa"yı alıyor. Muzaffer Akın Reis'le tanışıyor ve balık serüveni başlıyor. Kışın pisi, dil, mercan, kırlangıç, bazen ıstakoz; ağustos ve eylül aylarında lüfer. Belli zamanlarda Kınalı Ada civarında kalkan. İstanbul'da ilk kalamarı o buluyor, o tutuyor. Pek çok kişinin tersine hâlâ pek çok balık türünün Boğaz'da tutulabildiğini söylüyor. "Biraz dil balığı azaldı," diyor, "iskorpit azaldı, mırmır eksildi, mırlan ve morina pek yok artık ama diğer hepsini tutuyoruz." Yerini, mevsimini o biliyor. Israr etmeyin, kesinlikle söylemiyor. Ne de olsa ustalık demek sır demek. Balıkçılık bir yana Sezar Bey bir tekne ustası. Motor biliyor, tekne tamiratından anlıyor. Fırtına varken bu işlerle uğraşıyor.
 
 
Sezar Reis ve Sezar Usta'dan başka bir de Sezar Kaptan var! Ama nasıl bir kaptan? Denizle konuşan, denizle boğuşan, denizin yükünü çeken bir kaptan. Anlatıyor, kış vakti, Sivri Ada açıklarında kalan genç yelkencileri nasıl kurtardığını. Nasıl gece yarısı birkaç saatte, rüzgârla konuşup, akıntılarla yarışıp oraya vardığını ve sezgileriyle karanlıkta yerlerini bulduğunu. Ondaki gözü karalık hayal gücünden değil, sadakatten geliyor. Doğruya, doğala duyulan sadakat. O anlatırken içiniz güvenle doluyor.
 
Marmara'nın her köşesini her havasını her akıntısını biliyor. Karabataklar mı gelmiş hava soğuyacak diyor. Mayısta hava esecek kırlangıçlar gidecek. Leylekler göründü mü mutlaka yaz geliyor. Bu arada, "Hazır olun" diye uyarıyor, "yakında bizi ciddi kar yağışı bekliyor!"
 
Yaşadığını bileni, bildiğini yaşayan bir adam. Kimileri çürümüş yosun kokusundan şikayetçi olsa da Sezar Bey bunun işin püf noktası olduğunu söylüyor. "Deniz kendi kirini temizler," diyor. "Çöpünü kuma bırakır, sonra kum getirir üstünü kapatır. Zamanla kumun altındaki maddeler toprağa karışır". Şimdilik deniz kirliliğinin önemli bir sebebinin kıyıların betonla kaplanması ve kayalarla doldurulması olduğunu söylüyor. Deniz kıyıya atamadığı çöpün denizde çürüdüğünü belirtiyor.
 
Eğer teknenizin tamire ihtiyacı varsa Sezar Bey orada. Olur da denizde başınız sıkışırsa Sezar Bey yine orada. Eski vapur iskelesinin orada, hâlâ annesinin kucağında.
 
Fotoğraflar: Sezar Berberoğlu arşivi