Denizlere öncelik: Setur Antalya Marina’dan denizel biyoçeşitlilik raporu

 
Başak Mireli'nin, Ömer Öcel'le birlikte gerçekleştirdiği yelkenle dünya turunu izlemeye devam ediyoruz. Bize yolladıkları mektuplarda sadece benzersiz bir maceranın ipuçlarını vermekle kalmıyor, yelkencilik üstüne de önemli bilgiler paylaşıyorlar. Son gelen yazı Ömer Öcal'ın kaleminden çıkıyor. Görünen o ki, yolculuk okyanusa erişirken, ekibin heyecanı da zirveye varıyor.
 
Ömer Öcel ve Başak Mireli
 
İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki trafiğe aşina olduğumuzdan, Cebelitarık Boğazı’nı geçerken çok rahattık. Belki biraz daha İspanya ana karasından devam edip sonra Tanca’ya dümen tutmak, akıntı açısından lehimize olabilirdi. Neticede salimen Tanca Marina’ya ulaştığımızda, Almerimar ve La Linea’daki marina deneyimlerimizin tam aksi bir deneyimle karşılaştık.
 
 
Önce Tanca
 
Belki istihdam yaratmak için belki Kral kendisini güvende hissetsin diye her yer güvenlik, polis ve asker kaynıyordu. Bu kadar kalabalık olmalarına rağmen turistleri hiç rahatsız etmemeyi başarıyorlar. Tanca’nın surlar içerisindeki eski şehri muhteşem. Biraz Mardin'i, biraz Kapalıçarşı'yı ve Mısır Çarşısı’nı andıran, alışveriş ve yeme-içme üzerine kurulu, renkli bir ortam. Tanca’nın modern yüzü ise yüksek plazalar, AVM’lerle örülü. Marakeş ve Kazablanka gibi görülesi yerleri pas geçmek zorunda kaldık ama Tanca’yı herkese tavsiye ediyoruz.
 
Atlantik'e ilk adım
 
Tanca’dan sonra 550 millik ilk Atlantik deneyimimiz başladı. İlk kez kullanacağımız ikiz yelkenlerimiz bizi epey heyecanlandırdı. Kısa süre sonra rüzgar dümenini çalıştırmayı da başardık. Dalga ve rüzgar durumuna göre kâh ikiz yelkenlerle, kâh onları birleştirerek genovayla hava 30 knotlara dayandığında ise trinket ile seyrettik. Motor yapmamaya o kadar kararlıydık ki son 35 mili 10 saatte kat ederek Kanarya Adaları’nın en kuzeyindeki La Grociasa adasına 6 günde ulaştık. Artık volkanik sulardaydık. 2017 yılında da yelken eğitimi için geldiğimiz bu sulara aşina olsak da kendi teknemiz ile gelmiş olmak muhteşem bir duygu.
 
Birkaç gün dinlendikten sonra hemen güneydeki Lanzorette adasının Rubicon marinasına bağlandık. Burada, 2017’de geldiğimizde bize ders veren Jane'le karşılaşmak ve onun teknesindeki öğrencilerine bizi takdim etmesi koltuklarımızı kabarttı. Rubicon’da ilk defa dört Türk teknesi bir araya geldik. Deriska ve Bossanova’nın ev sahipliğinde hep birlikte güzel bir akşam yemeği yedik.
 
 
Lanzorette’den rüzgar jenaratörü alıp montajını da yaptıktan sonra elektrik sorunumuzu çözmüş olduğumuzu düşünerek, Grand Kanarya’nın Las Palmas Limanı’na yol aldık. Burada, rüzgar jenaratörüne krom borudan destek yaptırmak için girdiğimiz dükkanda Sunny ile tanıştık. Sunny Bulgar ve bizim teknenin bir eşini Bulgaristan’da kendisi yapmış. Dünya turunu tamamladıktan sonra ailesiyle buraya yerleşip yelken, arma, tente, krom gibi işlerle uğraşmaya başlamış. Türk olduğumuzu hemen anladı ve ‘komşi’ muhabbetine girdi. Teknemizin İstanbul olduğunu öğrenince de Ender ve Buket’i sordu. Yosun teknesiyle de epey yol yapmışlar Fiji tarafında. Güzelce pazarlık yapıp destekleri ona kestirdim. Kendim monte ettikten sonra rüzgar jenaratörü ile işimiz bitmiş oldu. Ardından, çok yer kaplayan ve alargadayken dingiyle sahile götürmesi çok zor olan bisikletlerimizden kurtulma kararımızı burada hayata geçirdik. İkinci el iki tane elektrikli scooter aldık ve bisikletlerimizi de Sunny‘ye satarak onlardan kurtulduk.
 
 
Sırada Tenerife vardı. Yaklaşık 100 millik yolu, teknenin hızına doyamadığımız için dümen tutarak, güzel bir yelken seyri ile tamamladık. Rubicon Marina’da tanıştığımız İskoç arkadaşımız Bryan, Tenerife’de yaşayan ve bizimkinin eşi bir tekneye sahip Jaime’nin telefonunu vermişti. Hemen onu aradık. Öyle güzel bir insan çıktı ki karşımıza! Hemen kahveye geldi ve ertesi gün kendi teknesinin bağlı olduğu Yat Kulüp’te buluşmak üzere sözleştik. Sunny’nin “Sunny Queen”inden sonra Tenerife Marina'da bir de aluminyum Norman 40 görüp, Fransız sahipleriyle hemen kaynaştık. Jaime ile birlikte önce o tekneyi sonra da Hayme’nin teknesini gördük.
 
İki gün boyunca Jaime bize, doğup büyüdüğü Tenerife’yi gezdirdi. Teide yanardağı başta olmak üzere, oraları bilen birisiyle gezince muhteşem ada bizi adeta büyüledi. Jaime ve güzel ailesini teknemizde akşam yemeğinde misafir edip kaynaştık. Tenerife’den sonra Kanaryaların La Gomera, oradan da Capa Verde’nin Sal adasına geçip sonra Atlantik geçişinin başlayacağı Mindelo’ya gitmek gibi güzel bir planımız vardı. Ancak Başak’ın solo yapacağı Atlantik geçişi için hazırlanmanın daha önemli olduğunu düşünüp, doğrudan Tenerife’den Mindelo’ya dümen tuttuk.
 
Okyanus geçişinden önce son durak
 
850 millik bu yolda bize iki İspanyol kız kardeş eşlik etti. İlk günler deniz tuttuğu için çok zorlandılarsa da sonradan alışıp güzel birer yol arkadaşı oldular bize. On günlük bu yolculukta karar verdik ki, Başak’ın ana yelkenle rüzgar dümenini bir arada kullanması olanaksız. Zira hava bir 15, bir 25 knot esiyor. O kadar sık direk dibine gidip camadan vurup açmanın yükü bir yana, rüzgar dümeni de anında makara kırıp halatını koparıveriyor. Üçüncü camadanımız olsa belki daha iyi olabilirdi. Fakat aklın yolu bir: hava hafifken ikiz yelkenler 160 dereceye kadar rüzgar dümeni ile uyumlu çalışıyorlar. Hava arttıkça ikiz yelkenlere aynı anda camadan vuruluyor. 30 knot civarı ikizler sarılıp, trinket açılıyor. 160 derecenin altında rüzgara girmek gerekirse, ikizler birleştirilip genova gibi kullanılıyor. Bütün bu opsiyonlarda yeterli camadan vurulmuşsa rüzgar dümeni de çalışıyor. En önemlisi de bunların hepsi havuzluktan yapılabiliyor.
 
 
Sadun Boro da ‘Bir Hayalin Peşinde’ kitabında, 1952 yılında Ling'le yaptığı ilk Atlantik geçişinde, ikizleri kullandıklarından, 35 gün boyunca ana yelkenin sarılı kaldığından bahseder. 850 mil boyunca bu kombinasyonları denedik ve son iki gün artık sıkılan İspanyol kızlara merhamet edip, ana yelkeni bastık. İkizleri de birleştirip geniş apaz ana yelken genova seyriyle Mindelo marinaya ulaştık. 
 
Mindelo marinada günlerimizin çoğu tekneyi Atlantik geçişine hazırlamakla geçti diyebilirim. Ama müzik, dans ve renk cümbüşü içindeki bu şehri yeterince keşfetme fırsatımız da olmadı değil. Son iki günümüzü Santa Antao adasının yürüyüş rotalarını arşınlayarak geçirdik. Bu adanın yeşillikler içerisindeki kuzey yamaçlarında uzun yürüyüşler yapıp, çöp kamyonuna otostop yaparak Porto Novo’ya ulaştık ve yeniden evimize, teknemiz İstanbul’a döndük. Son hazırlıklardan sonra Başak’ı 23 Aralık sabahı Atlantik’e uğurladık.
 
Bu yolculuğumuzu izleyerek destek olan herkese teşekkürler!
 
Başak Mireli'yi takip etmek için...
 
YouTube:
 
Instagram:
 
Fotoğraflar: Başak Mireli, Ömer Öcel