Yelkenciler rüzgarın peşinden gider ama herkesi de peşinden sürükler. Karada kalanların bir meşgalesi de onları düşünmek, onları merak etmek. Acaba şimdi nerde? Her şey yolunda mı? Kim bilir bugün neler gördü, ne güzelliklerle karşılaştı? Ah bir gelse de konuşsak, hepsini anlatsa. Bu böyledir çünkü onlar bizden önde giderler. Biz düşünürken onlar koşar, biz çekinirken onlar yapar. Eski çağlarda kıtaları keşfeden denizcilerden çok da farklı sayılmazlar. Hayallerimizin öncüsü onlar. Başak Mireli de o insanlardan biri. Hayatını denizde geçirmiş, her konuda ufkunu açık tutmuş, kuralları yıkmış, pek çok insana ilham kaynağı olmuş bir solo yelkenci. Tabii, biz de herkes gibi yaptık. O yeni yerlerin peşine düşmüşken biz de onun peşine düştük.
Kayhan Yavuz: Bir yelkenciye ilk sorulacak soru şudur kanımca: Şu an nerdesin?
Başak Mireli: Malta’dayız.
KY: Niye ordasınız?
BM: Yolumuzun üstüydü! Eşim Ömer Öcel'le birlikte, yaklaşık bir aydır dünya turundayız. Gökova'dan çıktık, birkaç Yunan adası, Yunan anakarası derken kendimizi Malta'ya attık.
KY: Dünya turuna çıkan kaçıncı Türk oluyorsunuz?
BM: Tam bilmiyorum ama 20 ile 25 arasında bir şey olmalı. Şu an beş Türk teknesi daha var mesela dünya turunda olan. Tekne işi kısmen kolaylaştı tabii teknoloji sayesinde. Sadun Boro'nun bu işi yaptığı zamanlara kıyasla kolaylaştı.
KY: Ne kadar sürecek dünya turunuz?
BM: Bilmem, bakıcaz. Yani zaman gösterecek. Zaten önemli olan sürekli bir yere yetişmek değil, gittiğin yerden keyif almak. Önceden hep koşturuyorduk, burda ise çok daha sakin bir hayatımız var. Bu mesela alışılması gereken bir şey.
KY: Neden öyle?
BM: Çünkü biz şehir insanıyız. Sürekli "performe etmek" zorunda kalıyoruz. Ancak "bir şey yaptığımız zaman" değerli hissetmeye alıştığımız için, şu an hiç bir şey yapmadan saatlerce durmak, ne bileyim sadece kitap okumak, "acaba ben yanlış bir şey mi yapıyorum" hissine sebep olabiliyor. Bu duyguyla baş edebilmek gerekiyor. Ama bir yandan da şehirde bulamayacağınız benzersiz bir özgürlük duygusu var denizde. Bu da en büyük yardımcınız oluyor.
KY: Peki program ne?
BM: Tabii öncelikle mevsimsel döngülere uymak zorunluluğu var. Akdeniz'i havalar sertleşmeden geçmek gerekiyor. Cebelitarık'tan çıkınca Capo Verde'ye iniliyor, herkesin takip ettiği güzargâh bu. Çünkü ticaret rüzgarlarını hedefliyorsunuz. Yani tekneyi de kendinizi de çok yormayacağınız rotaları izliyorsunuz. Bu büyük ihtimalle Kristof Kolomb'dan beri böyle. Ama öte yandan bazı şeylere yolda karar veriyorsunuz. Yani ne kadar sürecek bunu bilmiyoruz mesela.
KY: "Bilmemek" yelkenciliğin keyiflerinden birisi, öyle değil mi?
BM: Tabii. Bu rahatlık güzel. İstersek kalırız burada ya da devam ederiz. Böyle bir özgürlüğe sahip olmak modern dünyada büyük bir lüks.
KY: Peki ekonomisini nasıl çözüyorsunuz bunun? Sürekli para harcıyorsunuz sonuçta. Balık mı yiyorsunuz hep?
BM: Biz bu konuda başarılı bir çift sayılmayız. Yemeyi içmeyi de seviyoruz çünkü. O yüzden içerdeyiz hep. Tabii henüz Akdeniz'deyiz. Her şeyin iyisi buralarda. Pasifik'e çıkınca bunları bulamayacağız. Bulamazsak da yemeyiz, o kadar da önemli değil. Balık konusunda ise epey kısmetsiziz. Son 5 senede bi' 10 bin mil falan yapmışızdır. Hiç balık tutamadık.
KY: Herkes merak ediyordur. Çoğu insan da yanlış tahmin ediyor olmalı. Kaç paraya yapılır bu iş?
BM: 2018’den beri evimiz arabamız yok, teknede yaşıyoruz. Bir eve ihtiyacımız yok. Yani bir kere minimalist yaşıyoruz. Teknede de hayat böyle. Tasarrufa dayalı çünkü bu aynı zamanda etik bir mesele. Biz son bir ayda tekneye hiç para harcamadık mesela, hiç su almadık, hiç marinaya girmedik. Suyumuzu arıtmayla üretiyoruz. Giriş çıkış işlemleri için bir para ödüyorsunuz limanlara. Yarım depo mazot, 150 litre. 200 Euro eder. Ayda 1.000-1.500 Euro'ya yapabilirsiniz. 1.500’ü geçmez bence kesinlikle, 500 Euro'ya kadar da düşürebilirsiniz isterseniz.
KY: Teknenin nasıl bir donanımı var?
BM: Bizimki Hollanda tasarımı, 12 metre, 40 feet'lik bir uzun yol teknesi. Avustralya'da yapılmış, 1997 yılında. Tekne metal olduğu için ağır bir tekne. Boş hali 16 ton. Ama çok geniş bir yelkeni var dolayısıyla biz gene 6-7 knot gidebiliyoruz. Yani sağır bir tekne değil bizimki.
KY: Yelken çok fiziksel bir şey. Dışarıdan bakanların göremeyeceği kadar ciddi bir spor.
BM: Tabii, üç gün, dört gün yelken yapmak ciddi bir efor. Yoruluyorsun! Denizde geçirdiğimiz her gün kilo veriyoruz. Mesela çok iyi uyuyamıyorsun. Uyuduğunu sanıyorsun ama teknenin en ufak bir hareketini bile hissediyorsun. Bunu sürekli yapınca vücut ve beyin artık aynı performansı gösteremiyor, dinlenmek gerekiyor.
KY: Buna rağmen vazgeçmiyorsunuz!
BM: Yelkenle gitmek, denize yakın olmak, doğayla barışık olmaya çalışmak, rüzgarı doğru kullanıp tekneyi yürütebilmek, bunların hepsini her hava koşulunda yapabilmek, bir kere bu insanı sürekli zinde tutan bir şey. Büyük bir heyecan bu. Devamlı adrenalin. Bir mücadele veriyorsun. Bir şeyi başarmak, bir amaca ulaşmak için çabalıyorsun. Buna uygun bir kişiliğiniz varsa, yelken muhteşem bir uğraş. Bana çok soruluyor mesela. "Hiç korkmuyor musun?" diye. Korkuyorum elbette, herkes gibi, herkes kadar. Ama bunu seviyorum da!
KY: Zaten siz aslında yarışçısınız. En son Türkiye Turu rekor denemeniz olmuştu.
BM: Evet malesef, bir elektrik arızasından dolayı bırakmak zorunda kaldım. Bir açıdan bakınca, Türkiye Turu Atlantik geçişinden daha zor aslında. Atlantik'te öyle çok fazla manevra yapmıyorsunuz. Türkiye Turu'nda ise çok farklı denizlerle, sürekli değişen havalarla baş etmek durumundasınız. Ayrıca ciddi bir deniz trafiği var.
KY: Turu bırakınca ne hissettiniz?
BM: Çok kızdım! Kendime, Ömer’e, herkese çok kızdım. Çok uzun sürdü bu kızgınlık. Bir başarısızlık duygusu oluyor. Tabi düşünmek ve hazmetmek gerekiyor. Hala düşünüyorum. Bu duyguyla baş edebilmek ve sürekli öğrenmeye açık olmak gerekiyor.
KY: Tekrar deneyecek misiniz?
(BURADA BAĞLANTI SORUNU NEDENİYLE SÖYLEŞİMİZ KESİLİYOR. BİRKAÇ SAAT SONRA YENİDEN BAĞLANTI KURMAYI BAŞARIYORUZ.)
KY: Slm. En son "Tekrar deneyecek misiniz?" diye sormuştum.
BM: Kesinlikle! Dünya turu biter bitmez soluğu Hopa'da alacağım ve başladığım işi bitireceğim. Yarış işin bir kısmı ama bir de açık denizlerde tek başına olmak var. Zaten hedefim Atlantik geçişini yapan ilk Türk kadın yelkenci olmak. Biliyorsunuz bizde erkekler yapıyor bunu ama henüz bir kadın çıkmadı. Zaten erkekler yapınca "Bravo!" diyenler, ben yapayım deyince "Ne gerek var!" oluyorlar.
KY: Aslında kadın erkek ayrımı olmayan bir spor bu. Kategorik olarak eşitlikçi görünüyor. Siz ayrımcılığı en çok hangi noktalarda yaşıyorsunuz?
BM: Bir kere, şunu baştan kabul etmek lazım, kadınlar hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Mesela erkek sporcularla ilgili olarak çıkan haberler kadın sporcularla ilgili çıkan haberlerden çok daha fazla. Ataerki çok yaygın. Kadını bir tehdit gibi algılamak çok yaygın. Bir de yukarıdan bakma var. Mesela, Türkiye rekoru dediğimde bana en çok söylenen şey, “Sen bitirsen yeter!”
KY: Hiç nalet olsun dediniz mi?
BM: Ben hiç demedim. Benim sabır seviyem çok yüksek!
KY: Peki, biraz da çevreyi konuşalım. Siz yıllardır denizdesiniz. Herhalde gidişatı en iyi gözlemleyenlerden birisiniz. Denizlerin ve çevrenin durumunu nasıl görüyorsunuz? Mesela son 20 yılda nasıl bir değişim oldu?
BM: Dünya çok hızlı bir şekilde kirleniyor. Ege mesela, kirlilikte başı çekiyor dünyada.
Bu iş tek başına mücadele edilecek seviyeyi çoktan geçti. Birey olarak çok şey yapıyoruz belki. Ne bileyim biz mesela ıslak mendil kullanmıyoruz. Tek kullanımlık plastiğe karşıyız vesaire. İşte ben uzun yıllar okullara gittim, çocuklara sunumlar yaptım, onları bilinçlendirmek için. Ama konu bireyleri aşıyor. Çok ciddi düzenlemeler, yaptırımlar lazım. Her şeyin bizim için yaratıldığını zannetmek gibi bir yanlışlık içindeyiz. Oysa dünyanın sadece bize ait olmadığını artık anlamamız lazım.
KY: Demek ki kültürel de bir mesele bu. Yetişme tarzı önemli sanırım. Denizi bilerek, öğrenerek, severek büyümek herhalde çok fark yaratırdı.
BM: Biz yeterince denizci bir toplum değiliz. Buralarda görüyorum. O kadar küçük, o kadar iptidai teknelerle dolaşan insanlar var ki! Biz bir koya giriyoruz, nereye demir atacağımızı dakikalarca tartışıyoruz. Derken bir tekne geliyor, o koyun içinde üç tane tremola atıyor. İşte o insanlar denizi korumayı da biliyor. Bize gelince, her yanı denizlerle kaplı bir ülkeyiz ama malesef denizci insanlar değiliz. Onu geçin, daha kadınlarımızın denize girmesiyle bile barışamamış durumdayız. Belki de insanlarımızın gelişmesini istemiyoruz. Deniz uygarlıktır çünkü!
KY: Sizin yolunuz uzun, daha fazla tutmayalım. Gelecek planlarınızı sorup sizi denizle başbaşa bırakalım.
BM: Önce bu Aralık'ta Atlantik'i geçeceğim. Ömer Capo Verde'de tekneden inecek. Ben tek başıma devam edip geçişi yapacağım. Hep kadın meselesinden bahsettik ama Ömer'in bu desteği çok değerli benim için. Böyle çok insan yok Türkiye'de!
KY: Peki dünya turu bitince?
BM: Dünya turu bitince Hopa'ya geçicem. Bir rekor da orda var kırılacak: Türkiye Turu rekoru. Yarım kalan bir iş, rüyalarıma giriyor. Rüyalarıma giren bir başka proje çocuklarla ilgili. Ben psikoloji okudum. Dezavantajlı çocuklara özel bir yelkenle rehabilitasyon merkezi açmak istiyorum. Ne kadar çok çocuğu denizle tanıştırabilirsek o kadar iyi olur. Belki o zaman hayatı değiştirebiliriz.
Başak Mireli'yi takip etmek için...
Söyleşi: Kayhan Yavuz, Setur Marinas Highlights Editörü