Antalya Marina’da en büyük yardımcımız: Shila

Hüseyin Akbulut’u tanımanız gerek. Bunun için çok fazla sebep var. Dünyanın ilk engelli yelken eğitmeni olması, ülkemizi yelken yarışlarında temsil etmiş olması, yüzlerce engelli bireye yelkeni öğretmiş olması bu sebeplerden sadece birkaçı. Fakat bir de ilk bakışta görülmeyecek, özgeçmişinde geçmeyecek sebepler var:

 

Gülüşünden taşan iyilikseverliği, doğallığında saklı bilgeliği, kıvır kıvır saçlarında sembolize olan mizahı ve çocukken bir kaza sonucu kaybettiği ve artık olmayan eline duyduğu şefkat. Akbulut’u tanıyıp da hayatı sevmemek imkânsız. Denizi, yelkeni, karayı, adayı, kayayı ve yeniden, hayatı sevememek imkânsız!

 

Hüseyin Akbulut bir yandan engelli bireyleri denizle ve yelkenle tanıştırırken, onları (ve ailelerini) korkularıyla barıştırıyor. Belki, sizi de, hiç farkında olmadığınız engellerinizle karşılaştıracak.

 

 

 

Kayhan Yavuz: “Hazırsanız, başlayalım,” diyeceğim ama hikâyenizi öğrenince sizin hayatta her şeye hazır olduğunuzu düşünüyorum…

Hüseyin Akbulut: Her şeye demeyelim ama evet, denizcilik insanı pek çok şeye hazırlıklı yapar.

 

KY: Marmarisli misiniz?

HA: Yok, Ankaralıyım. Yedi göbek sülaleden Ankaralı. Dört yaşındayken babamın işleri sebebiyle ailemle birlikte Marmaris’e taşındım. Sonra da hiç ayrılmadım.

 

KY: Babanızın mesleği neydi?

HA: Babam ticaret yapıyordu, manavcıydı.

 

KY: Siz galiba Cumhur Hoca’yla (Gökova) da ilk manavda tanışıyorsunuz, öyle değil mi? (Cumhur Gökova, daha önce, Highlights’ın 9. edisyonu için söyleştiğimiz ve yelken dünyasında “hocaların hocası” olarak bilinen Türk denizcisi, yelken eğitmeni.)

HA: Evet, ilk tanışmamız manavda. Manavda çalışıyorum, babama yardım ediyorum. Cumhur Hoca da çok iyi bir yürüyüşçüdür. Her sabah uzun yürüyüşlere çıkar. Bir gün manava geliyor, beni koca koca karpuzları kaldırıp indirirken, havaya atıp tutarken görünce dikkatini çekiyor. Ben 8 yaşındayken bir kaza geçirip sağ kolumun dirsekten aşağısını kaybettiğim için Cumhur Hoca bu karpuz şovundan etkileniyor. Kendi kendine “bu çocuk çok becerikli, iyi yelkenci olur,” diye düşünüyor. Fakat bana bir şey demiyor o gün, gidiyor.

Yıllar yıllar sonra, belki bir 10 yıl sonra biz tanışınca, beni tanıdığını söyleyiverdi. Bu sefer şaşıran taraf ben oldum. “Hocam, niye o zaman gelip bir şey demediniz?” diye sorunca, “Fark etmez, bak, zamanı gelince tanıştık işte,” dedi.

 

 

KY: Siz bu arada yelkene başlamıştınız.

HA: Evet ben başlamıştım, amatör olarak. Optimistte, lazerde filan yarışıyordum. Bazen önlerde bitiriyordum, bazen ortalarda kalıyordum. Ama yarışmayı seviyordum.

 

KY: Yalnız sizin manav yelkencilerle tanışmak için iyi mekânmış.

HA: Bizim dükkân marinaya çok yakındı. O yüzden marinadan çok müşteri gelirdi bize. Büyük kısmı yabancıydı. Çünkü o zamanlar yelkenle uğraşanların çok büyük kısmı yabancılardı. Hatta teknecilik kültürünü onlardan öğrendiğimizi, onların bıraktıklarını devam ettirdiğimizi söyleyebiliriz.

 

KY: Peki sonra?

HA: Bir süre sonra büyük yarışlara katılmaya başladım, Türkiye çapında yarışlara. Biraz dereceye oynamaya başladım. Tabii el yok, göze batmaya başladım. Bu sefer Yelken Federasyonu’ndan bana “Sen engellisin, bizim yarışlara gelemezsin,” dediler. “Sen git, Engelli Federasyonu’nda yarış.”

 

KY: Gelme dediler yani!? Sebep?

HA: Sebebini sorunca, diğer çocukların demoralize olduğunu söylediler. Bunu söyleyen de o zamanın Yelken Federasyonu Başkanı.

 

 

KY: “Göze batmak” her zaman iyi bir şey değil galiba… Açıkçası, bunu anlamak benim için çok zor. Bana demoralize edici değil, tersine ilham verici geliyor. Sanırım o süreçte Cumhur Hoca’yla buluşuyorsunuz…  

HA: Evet, 2011 başları. Ben 24-25 yaşındayım. Hoca bana yatta yarışmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Benim için fark eden bir şey yok, yarışırım. Ama bende Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’nun lisansı var. Dolayısıyla Yelken Federasyonu’nun organizasyonlarına katılma hakkım yok. Ama Cumhur Hoca “Sen yine de gel,” dedi, öyle başladık. O zamanlar devlet memuruydum, Marmaris Belediyesi’nde çalışıyordum. Boş zamanlarımda Cumhur Hoca’nın yanında çalışmaya başladım. Karşılığında Cumhur Hoca bana eğitim veriyordu. Bir yandan da yarışıyorduk. Kuralların dışında bir şeydi. Ama yöneticiler, hakemler biraz da durumu görmezden gelerek bana destek oldular.

 

KY: O kısmı bir netleştirelim… Tüm engelli sporcular, spor dalından bağımsız olarak, Bedensel Engelliler Spor Federasyonu’na bağlılar. Yani yelkencisin ama Yelken Federasyonu’na bağlı değilsin, futbolcusun ama Futbol Federasyonu’na bağlı değilsin. Sistem böyle işliyor.

HA: Evet ama Paris Olimpiyatları’dan sonra sistem değişecek. Bu sene Uluslararası Olimpiyat Komitesi bunun kararını aldı. Artık Türkiye’de de her sporcu kendi federasyonuna bağlanacak.

 

KY: Cumhur Hoca’nın size güvenmesi de ilginç. Sonuçta bu spor kas gücü isteyen bir iş. Tekne hareket ediyor, zemin hareket ediyor, bütün arma hareket halinde. Kas gücü yeterli olmayan insanlar için teknede olmak zordur. Neden bu riski aldı acaba?

HA: Doğru! Bugün hâlâ pek çok denizci bir engelliyle denize çıkmaya çekinir. Ama Cumhur Hoca’nın yapısı böyle. İnsana direkt güvenen bir yapısı var. Biz beraber bir kere denize çıktık, sonra geldi bana dedi ki, “Al bu tekne senin! Bunu alıp, Bodrum’a götürüyorsun!” Tekne bir First 41 Classic idi. 200 bin dolarlık bir şey. Düşünün, motoru olan bir tekneye sadece bir kere onunla binmişim. Dedim, “Yapamam!” Beni dinlemedi, çıkardı navigasyon kitaplarını ve haritaları verdi. Sabaha kadar uyumadım. Sonra benden daha tecrübesiz bir arkadaşımı daha yanıma alarak Bodrum’a doğru yelken açtım. Hiç sorun olmadan gittik. Orada eğitim verdim arkadaşlara. Dönüşte gittim Hoca’ya teşekkür ettim ve sizin sorduğunuz soruyu ona ben sordum. “Bana nasıl güvendiniz?” dedim. “Ben senin yapabileceğini anlamıştım,” dedi. “Sana güvenimi göstermeseydim hiçbir zaman başaramazdın,” dedi.

 

KY: Hayat gerçekten ilginç… Bir yanda size git, gelme diyen, ayağınıza taş koyanlar, öbür yanda sonsuz güven duyanlar var. Bence bu biraz da sizin kişiliğinizle ilgili.

HA: Olabilir. Ben hiçbir zaman bahane aramadım. Yıllarca profesyonel dağcılık yaptım. AKUT’ta, UMKE’de, AFAD’da eğitmenlik yaptım. Pek çok durumla ve insanla karşılaştım. İnsanlar size inanmayabilir, engelinize bakıp, size güvenmeyebilir. Size yapamayacağınızı söyleyen ya da hissettiren insanları dikkate alırsanız hiçbir şeyi başaramazsınız. Bu fiziksel yeterlilikle ilgili bir şey de değil. Yapmanız gereken şeylere konsantre olabilirseniz, yaparsınız. Yani hayatta bir şeyi yapmak isteyince yaparsınız. Sonunda en başta size karşı çıkanlar da sizi alkışlayanların arasına katılacaktır.

 

KY: Bütün bunların sonunda siz dünyanın ilk engelli yelken eğitmeni oldunuz, öyle değil mi?

HA: Evet, bildiğim kadarıyla dünyada ilk kişiyim.

 

 

KY: Peki bunun için nasıl bir eğitimden geçtiniz?

HA: Bu tabii, uzun bir süreç. Teorik ve pratik açıdan pek çok eğitimden geçiyorsunuz. Ekip içinde yelken eğitimi, filo içinde eğitim, fırtına eğitimleri vs. Bunları bitirince asistanlık görevine geliyorsunuz. Bu seviyede yapmanız gereken başka şeyler var. İşte belli süre gece seyri, belli bir mile ulaşmanız lazım. Mesela belli sayıda fırtına görmüş olmanız lazım. Normalde nasıldır? “Aa… Fırtına var, marinadan çıkmayın,” denir. Bizde durum tam tersiydi. “Aa… Fırtına! Hadi eğitime gidiyoruz!” Ben de eğitmenlik diplomamı almak için bütün bu süreçlerden geçtim. 2012’de ISS’in, tüm dünyada geçerli eğitmenlik sertifikasını aldım.

 

KY: Sonra da kendi başınıza çalışmaya başladınız.

HA: Bir noktada artık kendi yolumu çizmek istedim. Bundan dört, beş yıl önce emekli olunca, emeklilik ikramiyemle küçük bir tekne aldım. Çevremdeki, yelken yapmak isteyen engelli arkadaşlarımı bir araya toplayıp bir takım kurdum. İlk takımdaki üç kişinin eli, üç kişinin de bacağı yoktu.

 

KY: Valla benim iki kolum ve iki bacağım var, temel yelken eğitimi de aldım ama epey zorlandım. Siz nasıl yapıyorsunuz? Başka becerilerinizi mi keskinleştiriyorsunuz? Yoksa modifiye tekneler mi kullanıyorsunuz?

HA: Bizim kullandığımız teknelerin diğerlerinden bir farkı yok. Fakat kimi arkadaşlarımızda kas gücü eksikliği olabiliyor. Zaman zaman onlar için teknede bazı değişiklikler yapabiliyorum. Mesela tekne yatınca bacaklarını yaslayacakları ekstra aparatlara ihtiyaç olabiliyor. Ama sizin sorunuzun asıl cevabı şu: İnsan bir işte belli bir süre ilerleyince kendini her duruma adapte edebilir hale geliyor. Mesela benim bir izbarço bağını atmam sadece birkaç saniye sürüyor. Çünkü bunu uzun süredir yapıyorum. Evet, engelsiz bir insana göre biraz daha fazla çaba gerekiyor ama bir seviyeden sonra arada fark kalmıyor.

 

KY: Sanırım insan bir şey kaybetmeden bir şey kazanamıyor. Belki de kayıplar bizi güçlendiriyor…

HA: Katılıyorum size. Bana hep şey derler: “Allahtan tek elin var! İki elin olsa ne yapacaktık seninle!” Ben de diyorum ki, iki elim olsa bu kadar mücadeleci biri olmazdım, sıradan biri olurdum. Böyle bakınca engelin önemi kalmıyor çünkü bir eksiklik olmaktan çıkıyor.

 

KY: Engelli sporcularla çalışmanın püf noktası ne?

HA: Ben genelde ya doğuştan engelli ya da çocuk yaşta engelli olmuş bireylerle çalışmayı tercih ediyorum. Zira engel ne kadar geç bir yaşta ortaya çıkarsa kişinin onunla yüzleşmesi, onu kabullenmesi o kadar zor oluyor. Sürekli onlara yapamayacakları söylenmiş. Her şey bitti hissi var. Bir kabullenilmiş çaresizlik hali gözlemliyorsunuz. O zaman da birlikte çalışmak zorlaşıyor. En büyük zorluk bunu kırabilmek. Ondan sonra her şey güzelleşiyor.

Mesela, geçen yıl deprem bölgesinden engelli arkadaşlarla çalıştım. Bir arkadaşımız en başta ne desem, “Ben yapamam” diyordu. Ayrılırken tek başına tekneye binebiliyor, motoru çalıştırıyor, tonozu atıyor, rüzgâr altı halatını bırakıyor, marinadan çıkıyor, halatı topluyor, marinadan güvenli çıkışını yapıyordu. En sonunda da yelkeni açıyor ve yelken yapıyordu. Bütün bunlar sadece bir haftada oldu.

 

 

KY: Bir haftada mı!?

HA: Evet, bir hafta. Ben ona yelken öğretmedim ki, bir şeyleri başarabileceğini öğrettim sadece.

 

KY: Sanki asıl engel başkaları.

HA: Çok doğru. Eğer insanlar sizi engellemez ve desteklerse başarı geliyor. O nedenle en önemli unsur aileler. Eğer aileler bilinçlenir ve çocuklarına destek olurlarsa engellilik bir sorun olmaktan çıkar ve sadece bir durum olur.

 

KY: Burada şöyle bir açmaz var aslında. Engellikle ilgili yaygın algı, engelli olmayan insanların ürettiği bir olgu. Yani siz engelli birey olarak aslında ortada sanıldığı gibi bir durum olmadığını biliyorsunuz. Ama bu algıyı üretenler bilmiyorlar. Acaba bu türden zor işlere kalkışarak bir anlamda onlara bunu kanıtlamış da olmuyor musunuz? Başka bir deyişle bir miti yıkmış olmuyor musunuz?

HA: Kendi adıma, engelliliğiyle çok barışık bir insanım. Öyle olmasa mesela bir protez taktırmayı düşünebilirdim ama bunu yapmak istemiyorum. Ben engelimi seviyorum. Olmayan elimi seviyorum. Protez yaptırmaya kalksam her şeyi yeniden öğrenmem gerekecek. Üstümdeki tişörtü giymeyi yeniden öğrenmem gerekecek. Böyle bir vaktim yok. Ne gereği var? Ben böyle mutluyum. Dış görünüşümle de mutluyum. Böyle bir meselem yok.

 

KY: Peki sizin asıl meseleniz ne?

HA: Benim asıl meselem engelimle uğraşmak değil, tatmin olmak. Herhangi biri nasıl ki zor bir işle uğraşınca tatmin olur, ben de aynı şekilde tatmin oluyorum. Bir elim yok diye kendimi bu tür bir tatminden, kendimi gerçekleştirme fırsatından mahrum etmek istemiyorum. Bir bilim adımı olmak değil de mesela beni tatmin eden şeyler bir yüksek kayaya tırmanabilmek. Veya çok sert bir fırtınadan tekneye hasar aldırmadan çıkabilmek. Benim tatminim bu!

 

KY: Peki deniz sizin için ne demek?

HA: Benim için deniz huzur demek.

 

KY: Bütün o fırtınalara rağmen mi?

HA: Fırtına iyidir, daha eğlencelidir. Denizin kuralları var. O kuralları bilip onlara riayet edersen, deniz sana asla zarar vermez.

 

KY: O zaman denizde sizi en çok ne korkutur, onu sorayım.

HA: Beni denizde korkutacak şey rüzgârın olmaması. Hele bir boğazdan geçiyorsam, kanallar ve belli burunlardan birindeysem, öyle yerlerde rüzgâr düşerse motorla seyir yaparsınız. Ama ya motor da ölürse… O zaman korkabilirim. Ama yine de her zaman bir çıkış bulunur diye düşünüyorum.

 

 

KY: Siz aynı zamanda milli sporcusunuz. Bir de Amerika’da dereceniz var sanıyorum. Ondan bahsedebilir misiniz?

HA: Bugüne kadar yedi, sekiz kez yelkenci olarak ülkemi temsil ettim. 2017’de Türkiye’de paralimpik yelken kuruldu ve Türkiye şampiyonaları yapıldı. Ben de bu şampiyonalara katılarak milli takıma seçildim. Ondan sonraki dört-beş yıl boyunca milli takımda yarıştım. Pek çok uluslararası yarışmada iyi dereceler aldık. Sonra Amerika’da grup yarışları yapıldı. Orada Hansa 303 denilen, engelliler için tasarlanmış teknelerle yarıştık. Optimistin biraz daha büyüğü, çift yelkenli tekneler. Ben orada Gümüş Grup Birincisi oldum. Ama son iki yıldır tamamen eğitmenliğe yoğunlaştım. Eskiden milli takımda rakibim olan arkadaşlarla şimdi Marmaris’te birlikte denize çıkıyoruz.

 

KY: Bugüne kadar 50’den fazla engelli yelkenci yetiştirmişsiniz. Bu eğitimleri nasıl finanse ediyorsunuz? Size kim destek oluyor?

HA: Buradaki eş, dost ve çevre diyeyim. Bir otelden rica ediyoruz, öğrencileri ağırlıyorlar. Bir restorandan rica ediyoruz, yemekleri onlar sağlıyor mesela. Ekipman lazım oluyor yine arkadaşlardan topluyoruz. Sonuçta kimseden para istemiyorum. Onlar da isteyerek yardımcı oluyorlar. Marmaris Rotary Kulübü var. Onlardan destek alıyoruz. Bana mesela Setur Marinaları da destek oluyor. Bir gün Genel Müdür Emre Bey’e (Doruk) sosyal medyadan ulaşmıştım. Hiç tanımıyorum. Bana hemen dönüş yaptı ve Marmaris Netsel Genel Müdürü Erkan Özatağ’a yönlendirdi. O da sağ olsun çok yardımcı oldu. Benim kendi teknem, Marmaris Netsel Marina’da duruyor mesela. Zaten tamamıyla engelli dostu bir marina burası. Bu şekilde, ne zaman bir şeye ihtiyacım olsa destek oluyorlar. Hem de tüm personel. Özellikle engellilerle çalıştığım haftalarda bizzat onlar gelip bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyorlar.

 

KY: Çevre meselelerinde gidişatı nasıl görüyorsunuz?

HA: Bir kere, ben çocukken, deniz kenarına gittiğimizde yüzlerce deniz kabuğu olurdu. Şimdi onların yerine plastik şişe kapakları buluyoruz. Balık konusu da öyle. Eskiden yemsiz kancayla balık tutardık. Şimdi yüzerken bile balık göremiyoruz. Fırtına tarihleri kaydı mesela. Rüzgârlar değişti, akıntılar değişti. Bunları çıplak gözle görebiliyoruz. Bariz bir bozulma olduğuna şüphe yok. Evet, tekneler daha bilinçli son dönemde ama bu çok küçük bir kesim. Ülke çapında henüz çevre konusunda yaygın bir bilinçlenme göremiyorum. Kaldı ki bu konuyu ülke bazında değil evrensel ölçekte ele almak gerek. Neticede bu sadece bizim değil bizden sonraki yüzlerce nesli ilgilendiren bir mesele. Tek bir deniz var, tek bir dünya var.

 

KY: Size şunu da sormak istiyordum: Yelkene başlamak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?

HA: Yelkene başlamak için insanlar kendilerine zaman ayırmaya çalışıyorlar ama bunun için çok bekliyorlar. Yani belli bir yaştan sonra, genellikle de emeklilikten sonra yelkenle ilgilenmeye başlıyorlar. İlk tavsiyem, beklemeden başlamak. Bunun için kursa gitmek de gerekmez. Aslında en iyisi kitaplarla başlamak, okuyarak başlamak. Mesela denizcilerle takılarak, kaptanlarla konuşarak başlamak en iyisidir. Ne zaman artık kullanmak istediğinizden emin olursunuz, o zaman eğitim almalısınız tabii. Ama başlamak için gözünüzde büyütmemelisiniz. Deniz bir zevktir, imkân, para vs. bunlar olmadan da deniz sevilir, öğrenilir. Denizin insana öğrettikleri asla bitmez. O yüzden erkenden, nerden olursa oradan başlayın, derim.

 

KY: Peki sıradaki hayaliniz ne?

HA: Sıradaki hayalim, önümüzdeki üç-dört yıl içinde bir dünya turuna çıkmak. Onun dışında birkaç engelli arkadaşımı yanıma alarak Türkiye Turu’nu yapmak istiyorum. Elbette yelken eğitimlerine devam etmek ve çok daha fazla sayıda engelli yelkenci yetiştirmek istiyorum.

 

KY: O zaman son sorum: Benim yerimde olsaydınız size ne sorardınız?

HA: Ben her şeyi anlattım.

 

KY: Çok teşekkür ederim.

HA: Ben de!

 

Söyleşi: Kayhan Yavuz, Setur Marinas Highlights Editörü